19 Ağustos 2008 Salı

Tavus Kuşunun İntikamı


La Fontaibnesi tüm hayvanlardan yararlandığı için bize konu kalmamıştı. Üstelik sembollerle Hıristiyan tarzı anlatıma yönelmek pek de eğlenceli değil. Kısaca konunun tavusla alakası yok, konunun sembollerle alakası var. İnsanlar nasıl gözlerine sokunca anlamıyorlarsa anlatılanı, sembolleştirildiğinde de istediğini anlıyor.

Örneklendir dostum dediniz;

Tavus kuşu tüm yaz mevsimini dişilere kur yaparak geçirmişti, kış olduğunda yaz mevsimi boyunca eşini bafileyen kurt tarafından yendi.

Buyurun size güzel bir örnek tümce oldu; şimdi bir şehir insanı “vay be demek ki karıya kıza bakacağımıza işimizi yapsak tavus gibi olmayız” diye düşünürken, bir köy insanının “e ne yapsın zavallı tavus çiftleşip soyunu devam ettirmeye çalışmış” diye düşünmesine ne dersin dostum. Ha ne oldu okudun da ilk aklına geleni düşündüğünden “olm ben farklı düşündüm ki orada bence tavus bunu simgelerken, kurt götümü temsil ediyor” diye bırbır konuşacaktın değil mi? Kapak olsun dostum, öyle tek anlam çıkmıyor hiçbir şeyden, neymiş her şey insana bakarmış, aynı düşünmez insan, aynı düşündürülemez de. Çok farklı olduğundan mı? Elbette hayır, az farklı olduğundan, ancak düşünerek farklı olabildiğinden.

Şimdilik bu kadar öptüm bay.

Demeklen olmuyor işte, öpüp kaçabilirsin ama ortaya attığın şey de aslında devamına ve sonuna bağlı olduğundan ve insanlar düşüncede farklı olduğundan bu bütünlüğü bozdukları anda olayın ne başı kalıyor ne sonu, neyse sikerim bak şimdi

Bi kere her şey farklı diil. Misal senin kurt, tavus ve kevaşe tavus örneği, olm resmen kurt cool bebe (piç), tavus zavallı nerd oğlan, kevaşe de hep kevaşe (kevaşenin hep kevaşe oluşuna öyle bir bakardım ki feministler ağlardı ama girmicem bu konuya) yani bi prototipsel hal ve gidişat söz konusu. Demek ki dünyada böyle bi grup var, her yerde de aynı işte bafi bafi oh yeah.

Öptüm byeaz.

Farklı düşünme\algılama olgusuna girdiğimizi haklı çıkartan üst iki paragraf incelendiğinde, tavus kuşunun dişilere kur yaparak geçirdiği yaz, tavus kuşunun nerd olarak algılanmasına, kurdun eşini bafilemesinin piçlik olarak algılanması ve kurdun eşinin tavus kuşunun kevaşe eşi olarak algılanması algı ve düşünce kapılarının farklı saatlerde değiştiği gerçeğini yüzümüze vurduğu gibi, aynı zamanda yazarın düşüncesinin okuyucuya göre şekillendiği gerçeğini de ortaya çıkarmıştır.

Bir sonraki noktaya geldiğimizde dilin kullanımı, dil bilgisi ve yeterliliği\yetersizliği konularında görüşlerimizi bildirme gereği oluşturuyor. Yine bir örnek tümceyle girdiğimizde;

Ey cesur aslan,

Oldun sen ormanların kralı

Kimse diyemedi sana

Kral olmanın

Adil olmayı getirmediğini

Ve yittin aslanım

Adaletinle

Efendim yukarıdaki örnekte de gördüğünüz gibi, iki anlam çıkartılabilecek anlamsız bir kurgu mevcut, aslanın adil olup olmadığını bilmediğimiz gibi, adaletinden mi yoksa adaletsizliğinden mi yittiğine dair yeterli bilgiye sahip değiliz, yine de bir anlam çıkarma zorunluluğu duyduğumuzda ya da ilk algımızla hareket ettiğimizde yetersiz dil, yavan anlatımla birlikte dilin özelliğinden gelen ilk düşünce yani kültürle birleştiği noktada aslanım sözcüğünün ancak iyi olana addedilmesinden kaynaklı aslanın adil olduğu sanrısına kapılıyoruz. Virgüller, noktalar, noktalama işaretleri olmadığını görüyoruz, bu da anlatımı bozuyor görüntüsünde. Peki ya iki anlam çıkarmak istediğimizde, işte dilin sıkıntısı bu noktada ortaya çıkıyor.

Ne yazık ki dikkat bozukluğundan kaynaklı dinlenme ihtiyacı hissettim yalarım.

Dilin sıkıntısı dersen onu çözebilecek bişi olmadığını en iyi ben bilirim ben bilirim beybi. O sebepten dili mükemmel bir çember yerine aradaki boşluklarıyla bir çeşit tırt grafiker cisimciği gibi görmeye başlamak en iyisi. Bu da kültürden kültüreyi bırak, demin olduğu üzre insandan insana değişen bu olguyu çözmek değil de işlevine uygun hale getirmeye işaret eder; “iş yapmaya”. “Balık tut” cümlesinden daha iyi bir anlatım sadece “tut” olabilir, ondan da iyi anlatım “yap” olabilir, bilemiyorum, dil çok mükemmelden uzak delirtiyor beni.

Adalete gelince. Çok çeşitli bilim adamları, filozoflar, edebiyatçılar (?), hukukçular ve nedense davet etmediğimiz halde gelen eşleriyle yaptığımız çalışmalar neticesinde normalde tüketileceğinden 2 kat fazla kurabiye, 3 kat fazla kahve, 4 paket fazla sigara tükettiğimizi gördük. Bunun verdiği dehşetle nüfus kontrolü diye bağırmışız. Akabinde dedik ki; adalet dilden de beter be yavrım. Aslan adil olsa ne, kral adil olsa ne, hukuk adil olsa ne, adalet de öyle bir mükemmel çember olmalıydı ki ancak tanrı bilebilmeliydi. Olmadı, olamadı, dilden beter oldu, en son gördüm pavyonda çalışıyordu, adaletin bu mu dünya diyordu bir şarkı, sonra sokak çocuğuna çantasını kaptırdı, sokak çocuğu çantasını babasına teslim etti, babası mafyöz bir adama, mafyöz adam güzel bir binaya girdi, bir şeyler konuştu güzel giyimli bir adamla, olayın sonuna geldik gördük ki yalnız çanta adaletten bahsedebiliyordu, o da dili olmadığı için.

Sen sen ol çok hukukçuyla çalışma.

Dil ve algı bütünlüğüne dönmek zorunda kalmanın verdiği acıyla muhteşem ikinci paragrafı defalarca okuma ihtiyacı duyuldu. Algı noktasına döndüğümüzde şiirimsinin anlatmak istediği bir şey olmadığı halde, sözcüklerin sembolik etkileşimiyle kişide düşünme ihtiyacı ve buna bağlı olarak yorumlama ihtiyacı doğurduğu rahatlıkla ikinci paragrafta gözlemlenebilir. Anlatmak istediğimiz şeyi ilk paragraf kendi diliyle bir kez daha anlatmakta, bizden çok farklı olmamakla birlikte sözcüklerin ard arda sıralanışından çıkarabileceğimiz dilin mükemmel bir çember olmadığı anlatımı, iletişimin minimumda olduğu ve ikinci paragrafta karşımıza çıkan sesi olmayan çantanın adalet döngüsündeki yerlerine bakarak toplumsal algıya sahip olmadığımız, toplumsal sembollerle iletişime geçtiğimizi görebiliriz. Yabancı görüleni dışlamak ve sözcüklerden algının ham halini ortaya koymak genel özelliğimiz. Bu da demek oluyor ki, algının gelişimini asıl geliştiren okumak değildir, görmektir. Devletlerin milli dillerine neden önem verdiğini anlamak için de bu durumu algılamamız gerekir. İletişimi ve deneyim paylaşımını yükseltmek için dilin aktif kullanımına ihtiyaç duyduğunu düşünen bir düzenden bahsettiğimizi öncelikle belirtmek gerekir.

Önceki nesillerin paylaşımının kısıtlı olması, yeni neslin küçük bir alandan çıkmakta olduğunu göz önüne aldığımızda dili geliştirme isteği de dili olduğu yerde bırakma isteği de iki ayrı düşüncenin iki ayrı hedeflerini ortaya koymakta.

Güç ve dil ilişkisine girdiğimizde dikkat dağılmasıyla karşılaşmak oldukça normaldir.

Neden dil dil diye kıçımı yırttığıma dair; algımı –benim- algımı sembolizmle ya da başka bir akımla –tam tersi olması gerekirken kısıtladıklarına inanıyorum, daha önce algım sık sık kısıtlandı –yanlış anlaşılmasın belli yollara sokulmaya ve oralardan genişletilmeye çalışıldı- ama “benim” algım hep zıtlaşmaktan zevk alan ve “konumuz”la ilgilenmemenin yanı sıra konum”uz”un nasıl işlenmesi gerektiğiyle de ilgilenmeyen bir çeşit “alt algı” olarak görüldü. Evet güç ve dil ilişkisi, kesinlikle, henüz yeterince güçlü bir çoğunluk yoktu algımı destekleyecek, sembolizmi kitapta yazdığı gibi öğrenmeli, büyük büyük adam olmalı, yüksek yüksek lisanslara başvurmalı da öyle yeni yeni algılarla gelmeliydim. (üstüne zaten paket lastiği gibi oynak olan karşıt algılar dünyalarından gelen buz gibi akademiklerle eleştirilebileyim diye)

Yeminle ana akım taraftarı eleştiri özgüveni yaşansın diye alternatifler geliştiriliyor, bir nesil bu hayallerle büyüyor, aslan yine kral, kral yine “na adil”. Hehe bozdum mükemmel sözcük düzenini bir dilin, gelin asın beni.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

kıro vlin tiyırz for fiyırz sinek


"göğsümün ortalarında sol üst tarafta."
kapıaltında..
iki noktada..
tüm sözcükler kaybolduğunda..
hem korkudan
hem mutluluktan
konuşamadığımda..
"aint gonna crawl no more.."
elma dediğinde,
kavramlar devrildiğinde,
yukarıda süzülüyoruz,
aşağıda öpüşüyoruz,
yukarıda birleşiyoruz,
aşağıda sarılıyoruz,
benlik üstü biz,
bana dokunduğunda,
sana dokunduğunda,
tanrı..
"gana kırovl vid may beybi fırom navon."
sinema, kapıaltı, ev, beytepe, odtü, konserler, şenlikler, istanbul, eymir;
"hiç çılgınlık yapmadım ben sevgilim"
schweppes mandalina,
doğal hayatım,
doğal seçilimim,
doğal eşim,
aidiyetim,
benim,
ben'im.
"yetmez ki bu kadarı"
çok daha fazlası gerek,
çok daha ayrıntılısı,
4 ay 6 gün,
büyüyor,
her geçen
dakika
biz,
sen büyürken,
ben büyürken,
birlikte büyüyoruz.
"bir kez cansız bir şeyi canlandırma şansın olsa?"
saklarsın,
saklarım,
sonra,
enerjim enerjine sarılır,
varoluşa ihanet ederiz,
enerjim enerjine sarılır,
sonsuza dek.
ıssız ada bedenlere,
ıssız gezegen enerjilere.
eşim.

17 Mayıs 2008 Cumartesi

kıro vlin fiyırz for tiyırz sinek


..

diye de başlarım ki. iki nokta koysam, elma olsam, barış gelse gene mi elma oldun sen tarraam dese, sevse beni, o sevince, anlatınca bana her şeyi, neden elma kalmadığımı, neden elma kalamadığımı, anlasam sonra.

çünkü bir elma olarak kalsaydım bile, ben kalmazdım. biz kalırdık, biz olurduk elma. bir elmanın iki yarısı değil hem, elmanın kendisi.

ama madem çıktınız sudan yayıldınız dünyaya, biz de tepedeki çimenlikten izleriz mademse. hem elma olmayınca daha kolay oluyor bir de bazooka açmak yanına.

ben sözcükleri çok önce kaybetmiş olsam da biliyorum ki ona kurduğumda cümleleri, artık o eski dil sistemi yok oluyor, ne sözcük şaibesi kalıyor ne bişi. yalnız dinlediğinden ve anladığından da değil, cümleleri o kurduğundan, kurulanları o düşünmüş olduğundan. ben olduğundan.

resimdeki kızın kafasında bir elma mı var..? :)

aşığım sana.